Şehir hastanesinde korkulan oldu!

09 Mayıs 2020 Cumartesi 22:45 tarihinde yayınlandı 3094 defa okundu
Hüseyin TERZİ Tüm Yazıları

 

Mevcut hastanelerin hem fiziki yapısı hem de yatak sayısı açısından yeterli olmadığı bir gerçek.

Bu konuda Rize’de hemen hemen herkes hemfikir.

Ancak yapılacağı yer tartışılır.

Gülbahar Mahallesi’nde deniz dolgusu üzerinde yapılması planlanıyor.

Şöyle bir gerçek var ki yıllar önce denizin doldurularak Rize’de sahilde yapılan yapılar günümüzde deniz suyundan dolayı tahribata uğradığından ve risk oluşturduğu için şimdi yıkılması planlanıyor.

Durum böyle olunca yine sahilde hastane inşa etmek açıkçası biraz çelişkiye neden oluyor.

Ayrıca Rize’nin yaz aylarındaki trafik keşmekeşini herkes biliyor. Özellikle sahilde trafik kangrene dönüşüyor. Hal böyle olunca yine sahilde hastane inşa etmek ne kadar mantıklı?

Diğer bir eleştiri konusu ise artık denizi doldura doldura güzelim sahillerimizi yok ettik.

Karadeniz’in tüm illerinde sahildeki doğal güzelliklerimiz birçoğu yok oldu.

Gelecek nesillerimiz adına üzülmemek elde değil, böyle giderse çocuklarımız denize girecek alanlar bulamayacak.

Bu yüzden hastanenin yerinin tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum.

Sonuçta karar verilmiş, bundan sonra alınan karardan dönülür mü? Çok zor bir ihtimal.

Ancak belki Rizeli idareciler, bürokratlar, siyasiler, halkın çoğunluğunun çağrısına kulak verir de geri adım atabilirler. Düşük bir ihtimal olsa da böyle bir seçenek de var.

ŞIMARIK NESİL YETİŞİYOR

Günümüzde ebeveynlerimizin birçoğu çocuklarının bir dediğini iki etmiyor.

‘Aman çocuklarımız yorulmasın, bir şeyin eksikliğini hissetmesin, aman kimseye özenmesin, her şeyi yerli yerinde olsun’ deyip onları haddinden fazla şımartabiliyorlar.

Küçücük yaşlarda dahi onlara en lüks telefonlar alanlara bile çokça şahit oluyoruz.

Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Aslında çocuklarımızın her dediğini yerine getirerek onlara kötülük yapıyoruz.

Bunu yıllar geçtikten sonra çocuklar gençlik çağına geldikten sonra anlayabiliyoruz.

Her istediği yerine getirilen çocuklar, doyuma ulaştığında hiçbir şeyden zevk alamaz hale geliyor.

Yeni eğlenceler ve zevkler peşinde koşarken ağır depresyonlar da geçirebiliyor.

Özellikle ailesine yardım etmekten, onların ağır işlerini yerine getirmekten kaçınıyor.

Bazıları anne babalarını köle gibi kullanıp maddi anlamda sömürebiliyor.

Hakikat ne yazık ki böyle…

Demem o ki çay mevsimi geldi kapıya dayandı, oysa bir eli yağda bir eli balda olan çocuklar, gençler çaylığa girmekten imtina ediyor.

Sonra da birçok çay ireticisi fındık üreticisi ‘işçi bulamıyoruz’ diyerek yaygarayı koparıyor, yöneticileri topa tutuyor.

Biz kendi çocuklarımıza kendi ayakları üzerine durmayı öğretemediğimiz müddetçe koronavirüs salgınında olduğu gibi böylesine olağanüstü hallerde daha çok mağduriyetler yaşarız.

Onun için başkalarından özveri beklemeden önce ‘iğneyi kendimize, çuvaldızı ise başkasına batırmalıyız’ diye düşünüyorum.